ALP ERTUNGA ÖYKÜLERİ

ÖYKÜ : 1
“HERKESİN ANLATACAK BİR HİKAYESİ VARDIR EVLAT!”
İstanbul’da oturup bir o kadar İstanbul’a uzak olmak, ya da tam zıddı İstanbul’a kendini uzak addedip ondan vazgeçememe durumu !
-Her insanın bir hikayesi var !
Dedi ihtiyar kuruyemişçi yan tarafında dalgın dalgın kendinse bakan genç adamı görmeyerek.
Gerçekten de İstanbul’da yaşayıp hele ki yarım asrı geçen bir sürede yaşayan birisi için  her zaman yaşanacak ve anlatılacak hikayelerin izini sürmek pek de zor olmasa gerek idi.
-Var ya !
Dedi yan tarafındaki yaprak satıcısı, Tokat’tan yeni gelen yaprak sarmalarını sulu kaba yerleştirmeye devam ederken
-Ama kimisi kabus dolu geceler yaşar kendi hikayesinde, kimi ise düşler ülkesinin en güzel sokaklarında farz eder kendini.
Yaprakçı ve kuruyemişçi dikkat kesildiler bu acıklı ve derinden söylenen cümlelere ve söyleyene…
 
-Af buyur genç adam bir an dona kaldık, buyur bir çayımızı içmez misiniz?
 
Yaşlı kuruyemişçinin bu cümleleri ağzından çıkar çıkmaz yaprakçı sırtını dönüverdi. Hemen her gün yaşadığı gündelik bir olayı umursamaz görünüp. Bu arada içinden de mırıldanmadı da değil
 
-Bu gün de hikayesini anlatacak birini buldu ya bırakmaz !
 
Yaşlı kuruyemişçi 71 mi yoksa 72 mi yaşında olduğunu bilemediği yaşına hürmet gösterilmesini istercesine olgun bir ağırlıkla bitiverdi yeni sohbet erbabının yanı başına.
 
-Genç kardeşim affımı mazur gör nedir seni bir anda derinlere daldıran kederlendiren?
 
Alelacele ceplerini yoklayan genç adam ki kuruyemişçinin tahminine göre yaşı 25-30 arasında olmalıydı, bir sakız çıkardı, bu kez acele etmeden ambalajından ayırıp ağzına usulca bırakıverdi. Bunca güngörmüş bir insan olarak bu kez baltayı taşa vurmuştu galiba. Oysa genç adamın cebinden bir sigara paketi çıkaracağından öylesine emindi ki..
 
-Beybaba sen Beykoz’u bilir misin?
 
-Bilmez olur muyum genç adam
 
Diye cevaplandırdı suali ve sonrasında aradığı fırsatı bulmuşçasına iyice yanaşıp
 
-Gel ben sana benim bildiğim Beykoz’u anlatayım sen senin bildiğini! ne dersin?
 
Beykoz’u bilen birini hem de bayağı eskilere inecek birinin varlığı ile heyecan yaşamaya başlayan genç adam dikkate kesildi.
 
O anda yaprakçı işini tamamlamış yan tezgahtaki peynirciye dönüp hınzırca gülüverdi
 
-Buldu..buldu yine bugün konuşacak kimse!
 
-Yahu bu adamın İstanbul’da bilmediği, yaşamadığı bir semt de olsa ya !
 
-Var, var olmaz mı Beylikdüzü, Ataşehir, Bahçeşehir…var oğlu var
 
-Ulan sen geç dalganı yıllar önce oralarda in cin top oynuyordur yani
 
Her ikisi de zaten akşam karanlığı çökmekte iken biraz soluklanmak biraz da akşamı etmek için dikkat kesildiler Şefik Amcaya. Doğrusu ne anlatacağını merak etmiyor değillerdi. Bu güne kadar yakaladıklarına hep,eski İstanbul sayılan Balat, Ayvansaray, Cibali hikayeleri anlatmakta idi.Özellikle de Cibali Tütün Fabrikasından emekli olduğunu söylerdi hep. Ancak pek de inanmak içlerinden gelmezdi. Onun hakkında kime bir şey sorsalar bildik bileli aynı mekanın sakini imiş ha bir dükkan yukarı ha bir dükkan aşağı...hangi vakitte Cibali Tütün Fabrikasında çalışıp da emekli olacaktı ki!
 
-Evlat sen Paşabahçe Tekel Fabrikasını bilir misin? ben bir ara 1973 ya da 74 olacaktı, Cibali Fabrikasından geçici görev ile gitmiştim oraya. Makine ustasıydım, bir arıza için gittim gidiş o gidiş 1 buçuk sene kaldım Paşabahçe semtinde.
 
-Hadi ya !
Dedi genç adam
 
-Hatta Babam tam da bahsettiğiniz yıllarda çalışmıştı fabrikada.Belki tanırsınız, hatırlarsınız.Uzun boylu Kastamonulu kapak ambalaj bölümünde idi yanlış anımsamıyorsam.Bir ara ustabaşı yapmışlardı, ancak her zamanki tuhaf kararlarından birini verip sonrasında vazgeçmişti.Hatta rahmetli annem ona hep bu olayı hatırlatır, 5 kuruşluk ustabaşı maaşından vazgeçip 3 kuruşa amele maaşına talim ettin. Beni de yaktın çocukların geleceğini de. Ne de olsa Delta Marka Mahalledeki İlk televizyonlardan birisine sahip olacaktık o ustabaşı maaşından ayıracakları para ile.
 
Aynı anda yaşlı adam bu kez çetin ceviz birine denk düştüğünü anlayıp hayıflanmadan duramadı. Gerçekten de Paşabahçe Tekel Fabrikasında çalışmış ancak bu birkaç ay ile sınırlı kalmıştı. Eee serde rezil rüsva olmak da vardı, dikkat kesilip kendilerini dinleyen komşu esnaflardan! ama kaçın kurası idi ki! hemen yeni bir senaryo yazmayı başardı kafasında. Gerçekten de hayal meyal hatırlamakta idi uzun boylu Kastamonulu kapak ustasını. Sıklıkla arızalanırdı kapak makinesi.
 
-Evet şimdi hatırladım Kastamonuluyu İnebolu kazasından mı idi?
 
-Evet Beybaba
 
-Balık tutmayı da severdi, fabrikanın sahilinde az olta sallayışına şahit olmadım. Bir defasında birkaç kişi vardı yine sahilde, bilmem baban da var mıydı…akşam karanlığı bastırmıştı.3-5 metre ötemizde üç-beş kişilik bir grup daha vardı. Benim yanımdakiler balığa olta sallarken onlar balığa benzer parlaklıkta şeyleri atmakta idi denize. Merak buya yanlarında bitiverdim !
 
-Aman ha ustam ne sen bizi gördün ne de biz seni! Kimsenin akşam vakti huzuru bozulmasın!
 
-Bunlar neden bahsediyorlar derken, denize attıkları şeyin dolu rakı şişeleri olduğunu gördüm. Gülesim geldi tabii,az sonra açıklardan bir-iki ıslık sesi.Bildik bir sesi, şifreyi duymuşçasına gayriihtiyari karşılık verdiler aynı usul ile.
 
-Ha dedim bunlar tezgahı kurmuşlar da biz gelince dağılmış,tabiri caizse “Tezgahları tam anlamı ile suya düşmüş!!!” Neyse dedim bu gece işten çıkınca masaya bir misafiriniz daha olacak yani ben ıslığı bir başka çalın da anlasınlar gayri!
 
Şefik amca o kadar kendini kaptırmış halde hikaye ediyordu ki olayı karşısındakinin adeta küçük dilini yutarcasına bir şaşkınlık içinde olduğunun farkına bile varamıyordu. Onları izleyen iki çift göz ise farkındaydılar genç adamdaki değişikliğin.Yaprakçı,peynirci komşusunun kulağına eğilip
 
-Şimdi filmin can alıcı sahnesi gelmekte ”Sen benim babamsın” diye sarılmasın Şefik amcaya yahu!
-Abartma yahu yaş itibarı ile baba yerine dede desek daha oturur hikayeye.
 
Genç adama dönecek olursak, evet kendisini izleyenlerin tahmin ettiği gibi şaşkındı hatta bunu gizleyemiyordu. Eşref amcanın anlattığı hikayesinin bir başka versiyonunu babasından az dinlememişti. Hep övündüğü anlardan biri idi rahmetlinin. Tabiî ki anlatılan olayda bazı kişi ve konuşma metinleri aynı çıkmamakta idi.
 
-Şefik amca senin gerçekten de bu olayları yaşadığına adım gibi eminim emin olmasına da ancak hikayende bazı değişikliğe uğraması gereken noktalar var.
 
Şefik amca beklide son aylarda muhataplarına anlattığı en doğru hikayeye ait izleri yansıttığını düşünse de genç adamdaki samimi değişikliğin de farkında olarak dedi ki…
 
-Evlat neresi değişik ya da yanlış bu anlatılanların?
 
-Bak Şefik amca ilk önce ikimiz de şunu iyi bilelim ki bizler büyük ve güzel bir tesadüfü yaşadık bu akşam. Eksik ve yanlış bilinen noktalara gelince.Bir kere benim babam senin ifade ettiğin kişi değil aslında ama bildiğin biri.
 
-Ama sen de evet Kastamonulu kapak ustası demedin mi bana doğrulayıp!
 
-Evet Kastamonulu ancak usta değil fabrika bekçisi idi babam.
 
-Yoksa o gece bizi suçüstü yakalayan bekçi mi idi?
 
-Aynen öyle,sizi “Rakı şişesinde balık olma!!!” halinde basmış babam. Günlerdir açıktaki sandaldan gelen ıslık seslerini işitir huylanırmış. İşte o akşam soteye yatmış rakı şişesinin ucuna ip bağlanıp denize sallanınca suçüstü yapmış sizi anlayacağın
 
Şaşkınlıktan dilini yutacak kıvama gelen Eşref Amca yılların hikayecisi olması hasebi ile hemen toparlanıp sarf etmiş cümlesini ;
 
-Evlat ne dedik ilk konuşmaya başladığımızda-Herkesin bir hikayesi var demedik mi?
-Ama kimisi kabus dolu geceler yaşar kendi hikayesinde, kimi ise düşler ülkesinin en güzel sokaklarında farz eder kendini. Ne dersin Eşref amca biz şimdi üçüncü bir hikaye türünde mi buluştuk seninle!
O akşam üzeri Eminönü’ndeki sokakta neşeli kahkahalar eksik olmadı.Biri anlattığı hikayeler ile çevresince nam salmış bir yaşlı adam bir diğeri ise uzunca bir zaman diliminde üzerinde çalıştığı yeni bir roman için konu bulmaya çalışan genç bir yazar. Tesadüfün böylesine ne denir…
ALP ERTUNGA
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder